Fotofiker Annenin Doğum Hikayesi

Paylaşmak!…

Paylaştıkça artar umutlur, azalır karamsarlıklar. Paylaştıkça artar sevgiler, azalır mutsuzluklar. Paylaştıkça artar zenginlikler, azalır faki

Doğum Boyu: 49
Doğum Kilosu: 2790
Doğum Tipi: Normal
Hastane: Koru hastanesi/Balgat
Paylaşmak!…

Paylaştıkça artar umutlur, azalır karamsarlıklar.
Paylaştıkça artar sevgiler, azalır mutsuzluklar.
Paylaştıkça artar zenginlikler, azalır fakirlikler.

Tüm güzellikler paylaştıkça artarken, tüm çirkinlikler azalır.

Paylaştıkça anlamlanır anlar, paylaştıkça artar sevgiler, paylaştıkça zaman değerlenir, paylaştıkça tatlanır yemekler…

İnsan oğlu paylaştıkça zevk alır hayattan…

Bu nedenle paylaşmak istedim duygularımı, böylece artacak içimdeki mutluluk; bu nedenle paylaşmak istedim sıkıntılarımı, kırgınlıklarımı, böylece atacağım içimden üzüntülerimi.

Şimdiden teşekkür ederim mutluluğuma ve üzüntülerime ortak olup beni huzura götürdüğünüz için.

------------------------------

Kitaplarda anlatılanlar, televizyonda sunulanlar gibi kutsal ama kolay değil asla!...

Yüce Yaratan Cenneti anaların ayağının altına bedavaya sermiyor. Rahme düşmesi ile başlıyor dertleri, sıkıntıları.
Yanlış anlamayın sitem etmiyorum.
Asla!
Oğlumu sağlıkla alayım yeterki kucağıma, razıyım bulantılara, yanmalara, kusmalara, halsizliklere, batmalara ve daha nicesi sıkıntılara.
Sadece kolay olmadığını söylemek istedim. Kitaplarda anlatılanlar, televizyonda sunulanlar gibi kutsal ama kolay değil asla. Ki ben henüz bebeğini kucağına almaş bir anne değilim, yalnızca gün sayan bir anne adayıyım o kadar.

Doğmamış çocuğu don biçmek derler ya benimki de o hesap. Doğmadan derdine düştüm oğlumun.
Önce iki çizgi ile başladı stresi.
Kalbi atıyor mu?
Sağlıklı mı?
endişesi 24 saat olmadan götürdü bizi doktora. Sürpriz bir bebek olunca korku ve endişeler katlanıyor hemen.
Nasıl bir anne olurum?, ne yaparım? derken
Folik asit bile kullanmadım!, iki gün önce ilaç aldım!, geçen hafta bel ağrısı için kas gevşetici krem kullandım!…
Allah'ım ya ona bir şey olursalarla başladı endişeler.

Her şey yolundaydı çok şükür.

Rahmin içindeydi, kalp atışı vardı ve her şey normal seyrinde gidiyordu 6 hafta 1 günlük olduğunda oğlum. Bu endişelere bulantı ve kusmalar eşlik ediyordu tabi ki. Eskiye göre daha çok koku alıyor, önceden duymadığım ya da fark etmediğim ne kadar çok kötü kokunun olduğunun keşfini yaptırıyor gebelik insana. Leş gibi kokan bir dünya da yaşıyormuşum da haberim yokmuş hissi uyandırıyor. Açken insanın iştahını kabartan, açlığını tetikleyen o mis gibi kokan yemekler meğer nede kötü kokuyor, mide bulandırıyormuş. Sadece kokusu mu? Hayır, görüntüsü bile mide bulandırıcı bir çoğunun. Bir rüyadan uyanmak gibi görünen ve gerçek arasındaki uçurum.

-----------------------------------------

Bozuk paradan yatak yapabileceğimiz boyutta bir insancık!...

Daha önce bir kalp atışı, bir kıpırtı olarak gördüğümüz bebeğimiz 10. haftada minyatür, mini mini bir insancık oluveriyor. Bozuk paradan yatak yapabileceğimiz boyutta bir insancık. Her hafta yeni bir isim taktığınız ve bu isimlere baklagillerden başladığınız bir süreç bu zamanlar. Sırasıyla mercimeğim, börülcem, fasulyem, barbunyam derken meyvelere sıra geliyor üzüm tanem, eriğim ve portakalım derken büyüyor.

Ekrana bakarken önce yabancı geliyor. Sanki belgesel izler gibi. Sonra bir anda fark ediyorsunuz etrafı. Burası bir kadın doğumcunun muayenehanesi ve siz karnınızı açmış uzanıyorsunuz. O ekranda belgesel izler gibi izlediğiniz insancık ise sizin içinizde büyüyen sizin bebeğiniz.

----------------------------------------

Sözde ferahlatıcı ve rahatlatıcı, nane aroması!…

Birgün bulantı ve kusmalar tavan yaparken bir gün sonra geçivermiş gibi oluyor. Yaz yağmuru gibi gelip geçiveriyor iyi hissettiğim günler, saatler. 12 haftayı geride bırakmanın haklı gururu ile geride bırakmayı beklediğim bulantılar daha da şiddetleniyor bana nisbet yaparcasına. Migren azıyor, migren ile birlikte mide de azıyor tabi.
Oysa migren şikayeti olan kadınların %90'ı gebelikte migren şikayetleri azalırmış, %10'luk grup içine girmenin ne gereği var şimdi!.
Daha iki yıl önce baş ağrıları için tedavi görmüş ve ağrılarından kurtulmuş birisi olarak unutmuşum baş ağrılarını ne güzel.
Zamanla ağrılara da alışıyorum. 16. hafta ile midem rahatlamaya başlıyor az biraz. Tam olarak kurtulmasam da kokular eskisi kadar iğrenç değil artık. Tabi hala nefret ettiğim, bir türlü yıldızımızın barışmadığı kokular da var.
Nane mesela.
Diş macunları, mide ilaçları hepsi nane aromalı. Sözde ferahlatıcı ve rahatlatıcı. Benim için değil tabiki!. Özellikle diş macununda tek aroma, alternatifi yok. Midemi yanmadan kurtaran ve bulantılarımı rahatlatan ilaç da nane aromalı olunca iş çığrından çıkıyor. Hem iyi geliyor hemde içinceye kadar akla karayı seçiyorum.

------------------------------------------

Sizinle bir bütün, sizden bir parça ama bambaşka bir birey var içinizde!...

Bir anda içimde bir kıpırtı oluyor. Nabız atışı gibi cansız ve minik bir kıpırtı. Bir mucizeye tanıklık etmenin şaşkınlığı ile aydınlanıyor insanın yüreği.
İçinizde sizinkinin dışında atan bir kalbin olduğunu biliyorsunuz hatta duyuyorsunuz ama buna bir de hissetmek eklenince yaşanılan duygunun tarifini yapmak imkansız oluyor ki bu harika bir duygu.
Görmediğiniz, tanışmadığınız ama hissetiğiniz, sizinle bir bütün, sizden bir parça ama bambaşka bir birey var içinizde.
O kıpır kıpır, içiniz daha da bir kıpır kıpır...

----------------------------------------

Fark etmez demeyin!
Tabiki öncelikle sağlıklı olsun. Ama her iki cinsiyetinde getirdiği ayrı ayrı sorumluluklar var!…

Sıra cinsiyetini öğrenmeye geliyor. Fark etmez demeyin! Tabiki öncelikle sağlıklı olsun. Ama her iki cinsiyetinde getirdiği ayrı ayrı sorumluluklar var.

Her gün bir kadının öldürüldüğü, dayak yediği, tacize uğradığı, tecavüze uğrasa tecavüzcüsü ile evlendirildiği, hatta tecavüzcüsünden hamile kalsa o çocuğu doğurmak zorunda bırakıldığı bir ülkede; hür, kendine güveni tam, kendini ezdirmeyecek bir kız çocuğu yetiştirmek ne kadar zor ise toplum tarafından egolarının bu kadar yüksek tutulduğu, kendini yarı tanrı ilan edip insanların ölüm kararlarını verebilen, duygularını ifade etmeyi ayıp bilen; ataerkil toplumumuzda yaşarken kadına değer verip saygı duyan, duygularını ifade eden ve yarı tanrı olmadığının bilincinde bir erkek çocuğu yetiştirmekte bir o kadar zor.

Cinsiyetiyle; her hafta değişen, baklagillerden başlayıp meyvelerden devam ederek seçtiğimiz sıfatlar yerini "Oğlum" a bırakıyor, bir ömür boyu kullanılmak üzere.

---------------------------------------

İçimde sağlıklı ve güven içinde olduğunu bilmenin verdiği hazzı engelleyen, keyif ve huzuru vaat edip vermeyen Rixos gibi vücudum!...

Evet! İkinci üç aylık dönem. Bir çok kadının balayı dediği dönem.
Aynı düğün sonrası balayımız gibi. Eşimle dinlenmeyi umut ettiğimiz, en iyi otel markası olarak düşüp, vaatleri ile bizi cezbeden Rixos gibi tam bir fiyasko. Ettikleri vaatleri almak için kavga edip, '"beğenmiyorsan çek git" tavırları ile dinlenelim derken daha çok yorulduğumuz balayı gibi; gebeliğimin balayı olarak tabir edildiği bu ayları.
Baş ağrıları, sıklığı azalsa da devam eden bulantılar, daha önceden de var olan ve gebelikle çekilmesi daha da güçleşen bel fıtığı benim bir umutla beklediğim balayımı iyice nahoşlaştırıyor.

Oğlumun hareketlerini ise daha iyi hissediyorum. İçimde sağlıklı ve güven içinde olduğunu bilmenin verdiği hazzı engelleyen, keyif ve huzuru vaat edip vermeyen Rixos gibi vücudum. Tam dinleneceğim derken daha yorgun, daha bitkin…

------------------------------------

Sanmıştım ki "hamileyiz" diyecek!...

22. haftanın en güzel yanı ise içimdeki kıpırtıyı paylaşabilmek olacağını düşünüyordum. Aylardır bendeki değişimlere dışarıdan bakan, bendeki fiziksel, duygusal ve zihinsel değişimlere yalnızca seyircilik eden eşimi de dahil etmek gebeliğime. Sevgilisinden hamile kalıp bebeğini tek başına doğurmaya karar vermiş bekar anneler gibi kendimi yalnız hissediyordum ki bir umut doğdu içime. Artık eşimde oğlumun içimdeki varlığını hissedebildiğine göre "hamileyiz" diyebiliriz artık diyordum ki.
Hiçte öyle olmadı. Bir türlü dahil edemedim gebeliğime onu. Çocuk istiyordu aslında, hatta benden bile çok. Sanmıştım ki "hamileyiz" diyecek, bir anne adayı olarak şimartılacak, yıllardır zevk almadığı hediye alma olayını abartacak, eskisinden daha çok iltifat edip beni yere göğe sığdıramayacak, öpücük yağmuru altında sırılsıklam ıslatacaktı beni.

Güzel hayallermiş…

Ben her yediğimi çıkartmaktan yorulmuş, tuvalete gitmekten uyuyamazken o benden daha yorgun ve bıkkın sanki. Her daim benden önce kalkan kocam daha çok uyur oldu. Ben aylardır eve kapanmak zorunda kalmış vücudumun bana yaşattığı zorluklarla savaşırken güç almayı beklediğim, yüzümü güldürecek, kaybettiğim enerjimi bana geri verecek diye beklediğim kocam aynı şeyler benden bekler gibi. Sıkkın, enerjisi düşük, bıkmış; tüm sıkıntılara, değişimlere ayak uydurmaya çalışan kendisiymiş gibi.

--------------------------------------

Beni mutlu edecek yalnızca iki elmaydı oysa!…

Ben öyle sürekli bir şeyler aşeren bir gebe olmadım. Midemi rahatlatmak ve ayakta kalmak için zorla yedim. Mevsiminin dışında şeyler de istemedi canım. Bir dafasında canımın istediği midemi rahatlatan yeşil elmayı bile almaya gitmedi eşim. Önce biraz sonra dedi, yorgundu, sonra ise evden çıktı ve gelmedi.

Unutmuştu!...

Annem sağolsun kıvrandığımı görüp babamla gönderdi beni elma bahçesine. Topu topu iki elma yemiş, birisini de sonra çıkarmıştım ama tatmin olmuştum sonunda. Tazecik meyve ağaçlarına ulaşmak en fazla 5 kilometrelik bir mesafedeydi ve beni mutlu edecek yalnızca iki elmaydı oysa. Gücüme gitmesi de bu yüzden sanırım.


---------------------------------------

Hatırladım bakmakla görmenin farkını bir kez daha!...

Sabah kalkınca uzun saatler aç kalmanın intikamını almadan midem, bir şeyler yemeye çalışıyorum her zaman. Uyandıktan sonra dakikalarla yapışıyorum bir şeyler atıştırmak için. Geç kalırsam midem kazanıyor. Ya yediklerimi burnumdan çıkartıyor ya da bir sonrakileri yememe izin vermiyor. Ben kazanırsam bir sonraki acıkmaya kadar rahatlayabiliyorum. Öyle ki mideniz bulanırken bir şeyler hazırlamak ve ne yiyeceğine karar vermek başlı başına bir marifet. Kimi zaman ne yiyeceğim derken, kimi zamanda yiyecek bir şeyler hezırlarken yetiştiremeyip zamanı, kaybediyorum yarışı. Çoğunlukla da kaybeden taraf ben oluyorum.
Tüm bunlar yaşanırken eşim ne mi yapıyor? Topu topu haftanın iki günü birlikte kahvaltı yapma fırsatımız olmasına ragmen onu beklerken hep midem kazanıyor yarışı. Midemden rüşvet almış gibi hep ondan yana, hep ona destekçi.

Bir gün dayanamadım sürekli kaybetmeye, oturdum ağladım "bana hiç acımıyorsun" diye. İstediğim tek şey uyandığımda bir taze ekmekdi oysa. Bahanesi hazırdı. Sıcak sıcak almak istemişmiş, yarışı kaybedince sıcak sıcak yiyebiliyormuşum gibi.

Bir sabah kahvaltımı içimde tutamayıp çıkarınca, evde kalan küçük bir parça ekmeği bitirdim. Beni iki saat bile tutmayacak bu atıştırmadan sonra tekrar açıkacağımı ve açlığın midemi daha da kötü yaptığına defalarca şahitlik yapmış olan eşim, "acıktım" diyene kadar ekmek almaya gitmediğini görünce hatırladım bakmakla görmenin farkını bir kez daha.

--------------------------------------

Kadınlık mı Annelik mi?

Evrim Sümer'in bir yazısının başlığıydı bu.
Kafama takıldı.
Bir anda derdimin kaynağını keşfettim bu soruyla aslında. Anneliğin heyecanı, mutluluğu yanında mini bir burukluk vardı nedenini anlayamadığım. Yeni bir sıfatım oldu derken kadınlık sıfatını kaybediyormuşum gibi hissettiğim içinmiş içimdeki burukluğun nedeni.

Annelik sıfatı ile değişiyor kadınlık algısı sanki. En azından bizim evdeki hava bu yönde esiyor.
Öyle ki bir türlü anlatamadım eşime sevişmenin bin bir türlü halini.

Sevişmenin okşanmak, öpüşmek, dokunmak da olabileceğini, aldığım kilolara, kalınlaşan belime, irileşen kalçama rağmen hala bir kadın olduğumu hissettirmek de olababileceğini bir türlü anlatamadım. Vücudumda ki değişimler, olmayan kıyafetler, kullanılmamaktan kuruyan maskaralar, memelerimi sığdıramadığım sütyenler, rafa kaldırılan topuklu ayakkabılar ile dişiliğimi, seksepalimi kaybetmenin verdiği ızdırap yetmiyormuş gibi eşiminde bir kadınmışım gibi davranmaması cabası.

Güzel sözler, özenle hazırlanmalar, traş olmalar, iltifatlar, mumlar, hediyeler yalnızca yatağa atma taktikleri olduğunu öğrenmek için hamile kalmak gerekiyormuş meğer.

--------------------------------------

Son üç ay!…

En zor diye tabir edilen ama benim için en rahat geçen aylar. Vücudumla özellikle de midemle verdiğim savaşda galibiyetlerim artmaya başladı bu aylarda. Ya ben gebeliği alışyordum artık ya da vücudum da anlamıştı artık oğlumun varlığını. Oğlumun varlığını kabullenmiş olacak ki midem eskisi kadar uğraşmıyor artık benimle. Belim ara ara arıza çıkartsada nazlanmasına pek fırsat tanımıyorum bol bol dinlendiriyorum, çalıştırmıyorum çok fazla. Arada provakatörlerin gazıyla isyan çıkarıyor olsada midem yatıştırmasını öğrendim artık bende.

--------------------------------------

Konuştum. anlattım, istedim, bekledim!…

Jestler bekledim altüst olmuş midemin yarattığı kafa bulanıklığımı birkaç dakikalığına unutturacak, her saniye beni başka başka duygular içine sürükleyen kalbimdeki tufanı anlıkta olsa unutturacak şeyler. Güzel sözler duymak için neler neler yapmadım ki fark bile etmediği şeyler.

Konuştum. anlattım, istedim, bekledim…

Sonunda kendi kendime mutlu olmanın yollarını aradım. Duygularımı, hislerimi anlatmak için resimler yaptım, astım her yere gebeliğimi hatırlatsın diye. Kendime hamile tshirtleri tasarladım. "meslek tahminleri" adlı tasarımımla kime çekerse bebeğimizin nasıl olacağını anlatmaya çalıştım ince bir mükte ile.
Anlamadı.
Tshirtlerin sırtına kanatlar koydum. Anne olmanın şimarıklığı ile meleklik mertebesine yücelttim kendi kendimi. Uçmayı hep sevmişimdir. Hep uçarım. Bazen hayallerim, bazen kafam uçar. Mutluluktan da u